Başlıklar
ToggleBu yazıda mağdur ile haksız fiil failinin Ceza Muhakemesi Kanununun 253. Maddesi kapsamında uzlaşmalarının haksız fiil nedeniyle açılan tazminat davalarına olan etkisi incelenecektir.
Bu inceleme özellikle trafik kazası tazminat davalarında işleten ve sigorta şirketlerinin hukuki sorumluluğuna olan etkileri yönünden ele alınacaktır.
Haksız fiil nedeniyle cismani zararların tazmini davalarında, mağdurun, ceza yargılamasında soruşturma ya da kovuşturma sırasında şüpheli veya sanık (haksız fiil faili) ile CMK 253’e göre uzlaşması halinde, halefiyet ilkesi gereğince borçtan kusursuz sorumluluğu olan sigorta şirketlerinin akıbeti hukukumuzda tartışmalıdır. Uygulamada sigorta şirketleri “uzlaşma sağlandığını” ileri sürerek zarar görenin taleplerini reddetmektedir. İşbu yazımızda sigorta şirketlerinin söz konusu tavrı kanun maddeleri ve mahkeme içtihatları ile incelenecektir.
Önemle belirtmek gerekir ki, işbu yazı daha çok uygulamada trafik kazaları nedeniyle sigorta şirketlerine açılan maddi tazminat davaları esas alınmak üzere düzenlenmiştir. Okurken ve somut olayınıza uygularken bu uyarının göz ardı edilmemesi rica olunur.
İlk olarak uzlaştırma kurumu ile ilgili temel birkaç açıklama yapmak yerinde olacaktır.
Uzlaştırma kapsamına giren bir suç nedeniyle başlatılan soruşturma veya kovuşturma sırasında; şüpheli veya sanık ile mağdur, suçtan zarar gören veya kanuni temsilcinin, Cumhuriyet savcısı tarafından görevlendirilen tarafsız bir uzlaştırmacı marifetiyle anlaştırılmaları suretiyle, uyuşmazlığın giderilmesi sürecidir.
CMK’nun 253. maddesinin 19. fıkrasına göre uzlaşmanın sağlanması halinde soruşturma konusu suç nedeni ile tazminat davası açılamaz. Ancak bu hukuki sonucun doğması aynı maddenin 5’inci fıkrasında düzenlenen “uzlaşma teklifinde bulunması halinde, kişiye uzlaşmanın mahiyeti ve uzlaşmayı kabul veya reddedilmesinin hukuki sonuçları anlatır” koşulunun gerçekleşmesine bağlıdır.
Zarar görene uzlaşma teklif edilirken, uzlaşmanın sağlanması halinde zarar sorumlularının hiçbirine tazminat davası açamayacağının tüm açıklığıyla anlatılması gerekir. Aksi taktirde CMK’nun 253/5 madde ve fıkrasında düzenlediği şekliyle, uzlaşmanın mahiyetinin ve uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukuki sonuçlarının anlatıldığı anlamına gelmez.
Zarar gören, ceza yasalarına göre sorumluluğu bulunan kusurlu sürücü ile uzlaşırken, kendisine, motorlu araç işleteni ve sigorta şirketinin de sorumluluktan kurtulacağı, onlara da tazminat davası açamayacağı tereddütte mahal verilmeksizin, açıkça ve ayrıntılı olarak anlatılmalıdır.
Bu mecburiyet, sadece CMK’nun 253/5 madde ve fıkrasından ileri gelmemektedir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2 ve 36. maddeleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen “hukuk devleti”, “hukuki güvenlik”, “hukuki belirlilik”, “hak arama özgürlüğü” ve “adil yargılama” ilkelerinden de ileri gelmektedir.
Anayasa Mahkemesi bir kararında şu görüşlere yer vermektedir:
“Hukuki güvenlik ilkesi”, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. “Belirlilik ilkesi” yalnızca yasal belirliliği değil daha geniş anlamda hukuki belirliliği de ifade etmektedir. Erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla kanunlar, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleriyle de hukuki belirlilik sağlanabilir. Aslolan muhtemel muhatapların mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkün kılacak bir normun varlığıdır.”[1]
Zarar gören davacı, böylesi bir uzlaşma teklifiyle, uzlaşmadan sadece sürücünün yararlanacağı, işleten sigorta şirketinin hukuki sorumluluğunun devam edeceği düşüncesine kapılmıştır. Uzlaşma teklifi, “hukuk devleti”, “hukuki güvenlik”, “hukuki belirlilik”, “hak arama özgürlüğü” ve “adil yargılama” ilkelerine, keza CMK’nun 253/5 madde ve bendindeki emredici düzenlemeye aykırıdır.
Bu noktada Antalya Bölge Adliye Mahkemesine ait bir kararı inceleyelim.
Davacıya imzalatılan matbu uzlaşma teklif formunda, sadece, genel bir ifade tarzıyla, uzlaşmanın sağlanması halinde tazminat davası açılamayacağı kayıtlıdır. Kusuruyla zarara sebebiyet veren sürücü yanında, kanundan ve sözleşmeden kaynaklanan hukuki sorumlulukları bulunan işleten ve sigorta şirketine de tazminat davası açılamayacağı açıklanmamıştır. Zarar gören davacı, böylesi bir uzlaşma teklifiyle, uzlaşmadan sadece sürücünün yararlanacağı, işleten ve sigorta şirketinin hukuki sorumluluğunun devam edeceği düşüncesine kapılabilir. Uzlaşma teklif, “hukuk devleti” “hukuki güvenlik”, hukuk, belirlilik” “hak arama özgürlüğü” ve “adil yargılanma” ilkelerine, keza CMK’nın 253/5. madde ve bendindeki buyurucu düzenlemeye aykırıdır.
Özel hukukta bazı sözleşmelerin sonuç doğurabilmesinin, en az on iki puntoyla yazılmaları, hükümlerinin müzakere edilmesi, açık ve anlaşılır olması koşullarına tabi tutulmasının da gözden uzak tutulmaması gerekir. (6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4 ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 23 üncü maddeleri) Hatta, 6502 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin 3 üncü fıkrasıyla, standart önceden hazırlanmış sözleşmelerdeki şartların ilgililerle müzakere edilmediği, peşinen kabul edilmektedir. Bazı özel hukuk sözleşmelerinin sonuç doğurabilmesi için kanunla kabul edilen bu ve benzeri kuralların kamu gücü kullanılarak yürütülen uzlaştırma görüşmelerinde de evleviyetle uygulanması gerekir. Sekiz puntoyla yazılı matbu uzlaştırma teklif formunu, evinde, ayağı alçıdayken imzalayan davacıya, uzlaşmanın hukuki sonuçlarının kanuna ve yukarıda açıklanan ilkelere uygun şekilde anlatıldığı bu nedenlerle de kabul edilemez.
Hal böyle iken, mahkemece “uzlaşma gerçekleştiğinden tazminat davası açılamaz.” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.[2]
Uzlaşma teklif formaları matbudur 8 punto halinde yazılmaktadır. Ayrıca 25 ayrı maddeden oluşmaktadır. Bu maddeler arasında “uzlaşmanın sağlanması halinde soruşturmaya konu suç hakkında tazminat davası açılmaz.” ibaresi diğer maddeler arasında belirgin olmayan bir şekilde bulunmaktadır.
Buradan yola çıkarak denilebilir ki, bu maddenin yer alması, uzlaşma teklifinde bulunulması halinde kişiye uzlaşmanın mahiyeti, uzlaşmayı kabul ve reddedilmesinin hukuki sonuçları anlatıldığı anlamına gelmez. Hukuk güvenliği ilkesi “hukuk devleti” “hak arama özgürlüğü” “hukuki belirlilik” ilkesi dikkate alınarak genel bir ifade ile tazminat davası açılamaz geçerliliği yoktur.
Bilinçli taksir ile işlenen suçlar uzlaştırmaya tabi midir? Uzlaştırmaya tabi olmayan bir suç bakımından uzlaştırma kurumu işletilirse sonucu ne olur? gibi sorular da önem arz etmektedir.
Soruşturması ve kovuşturması şikâyeti bağlı suçlar uzlaştırmaya tabidir. Bu noktada özellikle trafik kazaları kapsamında izah etmek gerekirse taksirle yaralama suçları kural olarak uzlaştırmaya tabidir. Ancak bilinçli taksir ile işlenen suçlar uzlaştırmaya tabi değildir. Örneğin yasal sınırın üzerinde olacak şekilde alkollü araç kullanmak sonucu alkollü sürücü alkolden kaynaklı bir şekilde birine zarar verirse bu durumda sürücünün bilinçli taksir ile hareket ettiği kabul edilir. Yapılan uzlaştırma geçersizdir.
Eğer geçerli bir uzlaşma söz konusu ise bu durumda sigortalının, sigortacının durumu ağırlaştırıp ağırlaştırmadığına göre ikili bir ayrım yapılarak somut olay değerlendirilmelidir. Şöyle ki;
Somut olayda söz konusu uzlaştırma sigortacının rücu hakkını engelliyorsa bir başka deyişle sigortacının yükünü ağırlaştırıyorsa sigorta şirketinin hukuki sorumluluğu ortadan kalkacaktır. Burada izlenmesi gereken yol söz konusu uzlaştırmanın iptalini talep etmektir. Ne var ki iptal talebi belirli şartlara tabidir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Sorumluluğa İlişkin Anlaşmalar başlıklı 111. maddesi 2. fıkrası hükmü kaza olduktan ve zarar gerçekleştikten sonra, bir dava açılmadan önce veya dava sırasında taraflar arasında yapılan anlaşma ve uzlaşmalara ilişkindir.
Madde 111/2 – “Tazminat miktarlarına ilişkin olup da, yetersiz veya fahiş olduğu açıkça belli olan anlaşmalar veya uzlaşmalar yapıldıkları tarihten başlayarak iki yıl içinde iptal edilebilir.”
Yargıtay kararlarında da ilgili maddeye atıf yapılmaktadır.[4]
Zarar gören, KTK m.111/2’ye dayanarak “yetersiz” bulduğu ödemeye ilişkin anlaşma veya uzlaşmanın iptalini istiyorsa, bunun için başlı başına bir iptal davası açmak gereksiz ve yararsızdır. Uygulamada, ayrı bir iptal davası yerine doğrudan tazminat davası ile uzlaştırmanın iptali istenebilir. Yargıtay da bu görüştedir.
“Yasa’nın bu hükmünden yararlanmak için ibra belgesinin iptalinin açıkça ve ayrıca istenmesine gerek olmayıp, dava sırasında bu husus ileri sürülebileceği gibi, yapıldığı tarihten itibaren 2 yıl içinde hükümlerinin kabul edilmediğine ilişkin bir irade açıklaması da yeterlidir.”[5]
Burada önemli olan husus, iptal talebinin, uzlaştırmanın yapıldığı tarihten itibaren 2 senelik bir hak düşürücü süreye tabi olmasıdır.
Uygulamada dava dilekçesi ile uzlaştırmanın iptalinin talep edilmediği gözlenmektedir. Bu durumda daha sonradan yargılama süreci içerisinde talep edilebilir mi?
Tazminat davası açılması anlaşma veya uzlaşmanın iptalinin talep edildiği anlamına gelmektedir. Yargıtay’ın bu konudaki kararlarına göre; anlaşmanın (veyahut uzlaşmanın) yapıldığı günden başlayarak iki yıl içinde bir davanın açılması, davacının anlaşma ile bağlı kalmak istemediğinin kabulünü gerektirir.[6]
Konuya ilişkin örnek içtihatlar aşağıdaki gibidir;
“Karayolları Trafik Kanunu ‘nun 111/2. maddesinde tazminat miktarına ilişkin olup da yetersiz ve fahiş bulunduğu açıkça belli olan anlaşma ve uzlaşmalar yapıldıkları tarihten başlayarak 2 yıl içinde iptal edilebileceği öngörülmüştür. Buna göre, davacı iki yıllık süre dolmadan dava açtığına göre bu anlaşma ile bağlı kalmak istemediğinin kabulü gerekir.”[7]
“2918 sayılı KTK’nın 111/2. maddesi uyarınca yetersiz veya fahiş olduğu açıkça belli olan anlaşmalar veya uzlaşmalar, yapıldıkları tarihten başlayarak iki yıl içinde iptal edilebilir. Yasa’nın bu hükmünden yararlanmak için ibra belgesinin iptalinin açıkça ve ayrıca istenmesine gerek olmayıp, dava sırasında bu husus ileri sürülebileceği gibi, yapıldığı tarihten itibaren 2 yıl içinde hükümlerinin kabul edilmediğine ilişkin bir irade açıklaması da yeterlidir.”[8]
Bu bağlamda; yetersiz veya fahiş olduğu açıkça belli olan anlaşmalar iki yıl içinde iptal edilebileceğini ve bunun usulünü görmüş olduk. Her ne kadar içtihatlarla bir düzenleme getirilmiş olsa da dava dilekçesi ile iptal talebinde bulunmak çok daha muteberdir.
Eğer sigortacının rücu hakkı yoksa bu durumda sigortacının yükünün ağırlaştırılmasından bahsedilemez. Dolayısıyla mağdur ile haksız fiil faili arasında CMK m.253’e göre yapılan uzlaşma sigorta şirketlerini hukuki sorumluluktan kurtarmaz. Bu bağlamda taraflar arasında uzlaşıldığından bahisle zarar görenin tazminat taleplerini reddeden sigorta şirketlerinin tavrı hukuki değildir.
Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin aşağıdaki kararını inceleyecek olursa, Karara göre özetle; uzlaşma, sigorta şirketinin durumu ağırlaştırmıyorsa geçerliliği yoktur.
“Davacının zararı tamamen giderilerek kaza nedeniyle bir ibralaşma yapılmadığından ve yapılan anlaşma sigorta şirketinin işletene rücu olmadığı için sigorta şirketinin durumunu ağırlaştırmaması nedeniyle ancak ödeme miktarı kadar sigorta şirketini sorumluluktan kurtaracağından, zarar görenin bakiye zararını sigorta şirketinden talep edebileceği anlaşıldığından, mahkemece taraf delilleri toplanarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.”[9]
Yargıtay kararında açıkça görüleceği üzere; Davacının zararı tamamen giderilerek kaza nedeniyle bir ibralaşma yapılmadığından, yapılan ödeme ancak ödeme miktarı kadar sigorta şirketini sorumluluktan kurtaracaktır, zarar görenin bakiye zararını sigorta şirketinden talep edebileceğine karar vermiştir.
Kararı şu maddeler ile özetleyebiliriz,
1) Taraflar EDİMSİZ uzlaşmışlar ise sigorta şirketine karşı tazminat davası açılabilir, sigorta şirketinden tüm zararın tazmini yapılabilir.
2) Taraflar belirli bir ücret ödenmesi edimiyle uzlaşmışlar ise kusurlu taraftan tazmin edilen rakam miktarına göre ayrıca sigorta şirketine de tazminat davası açılabilir. Uzlaşma karşılığında alınan bedel, sigorta şirketinin sorumlu olduğu tutardan mahsup edilecektir.
Örneğin taraflar kusurlu şahsın 35.000,00- TL ödemesi karşılığında uzlaşmış ise trafik sigortasından tazminle yükümlü olduğu miktar mahkeme ve bilirkişilerce, 100.000,00-TL olarak tespit edilmiş ise bu noktada kusurlu sürücü tarafından ödenen miktar, sigorta şirketinin sorumlu olduğu tutardan mahsup edilecektir. Sonuç olarak bu örnekte sigorta şirketi 70.000,00-TL ödemekle yükümlü olacaktır. Hukuki ve hakkaniyetli olan yol da budur.
3) En önemli unsur bu hususların Uzlaştırma Raporu’nda çok açıklayıcı bir şekilde belirtilmesidir. Örneğin rapora; “mağdur her ne kadar şüpheliden 20.000,00- TL edim talep etmiş ise de (veya mağdur her ne kadar şüpheliden hiçbir edim talebinde bulunmadığını belirtmiş ise de) zorunlu trafik sigorta şirketinden talep edilebilecek maddi haklarının saklı kalması koşulu ile uzlaşmayı kabul etmiştir.” şeklinde bir ibare yazılmalıdır.
Karşımıza gelen somut olayda nasıl bir yol izlememiz gerektiği ile ilgili atıf yapılan kanun maddeleri ile mahkeme içtihatları ışığında aşağıdaki sonuçlara ulaşılmaktadır;
İlk olarak yapılan uzlaştırmanın geçerli olup olmadığına bakılmalıdır. Bu noktada, “suç uzlaştırma kapsamında mı ya da uzlaştırmanın sonuçları taraflara doğru bir şekilde anlatılmış mı” Gibi hususları doğru değerlendirmek gereklidir.
Eğer yapılan uzlaştırma geçersiz ise bu durumda uzlaştırma raporunun geçersizliği ileri sürülerek tazminat davası açılmalıdır. Öte yandan eğer yapılan uzlaşma geçerli ise bu durumda yapılan uzlaştırma sigortacının durumunu ağırlaştırmamalıdır. Bu noktada sigortacının rücu hakkı olup olmadığına bakılmalıdır.
Sigortacının rücu hakkı var ise, bu durumda yukarıda detaylı izah edilen şartları sağlamak kaydıyla uzlaştırmanın iptalini talep etmek gerekmektedir. İki yıllık süre içerisinde sigortacıya dava açılması uzlaşmanın iptali mahiyetindedir.
Öte yandan sigortacının rücu hakkı bulunmuyorsa, bu durumda yapılan uzlaştırma sigorta şirketinin hukuki sorumluluğunu kaldırmaz. Ancak uzlaştırma ile zarar görene yapılan bir ödeme var ise bu tazminattan mahsup edilir. Uzlaştırma kurumunun önemine inansak da pratikte yanlış uygulamalara neden olarak mağduriyetler oluşmaktadır. Bu noktada var olan içtihatlar ile yetinilmemeli acilen bir yasal düzenleme getirilmelidir. Haksız fiil faillerinin somut olaya göre hem ceza hukuk hem de özel hukuk bakımından yargılama yapılması gerektiren unsurları bulunmaktadır. Bu noktada bu iki yargılamanın sonuçlarını birbirinden ayırmak gerekmektedir. Bir insan hakkında mahkûmiyet kararı verilmesini istememek ile maddi zararlarının tazminini talep etmek farklı şeylerdir. Somut olayın Trafik kazaları nedeniyle oluşan cismani zarar olduğu durumlarda, kanımızca uzlaştırma ile yapılan ödemelerin manevi tazminat tutarından düşürülmesi gerekmektedir.
Trafik kazası tazminat davaları başlığı altında diğer yazılarımız
Trafik Kazaları ve Tazminat Davaları İstatistikleri
İşletenin Trafik Kazasından Doğan Sorumluluğu
Trafik Kazası Tazminat Davası Zamanaşımı
[1] 28/11/2013 gün ve E. 2013/142
[2]Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi 2017-1440 E. ve 2018-53. K.
[3] Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2021/4178 E. , 2021/6867 K. T: 13/10/2021
[4] Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2016/12789 E. 2019/4989 K.
[5] Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2014/4977 E. 2015/11641 K.
[6] Çelik, Tazminat Davalarında Güncel Sorunlar I, İkinci Baskı, s. 191.
[7] Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2004/6884 E., 2004/9796 K. T: 21.09.2004
[8] Adana BAM 3. Hukuk Dairesi 2018/1721 E., 2019/356 K. T: 05.03.2019
[9] Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2015/17658 E., 2017/190 K. T: 17.01.2017