İş Kazasını Zamanında Bildirmemenin Hukuki Sonuçları ve İdari Para Cezasında Yargı Yolu
Başlıklar
Toggle
İş kazalarının yasal süresi içinde ilgili kurumlara bildirilmesi, hem iş kazası hukuku açısından hem de çalışanların haklarının korunması bakımından hayati önemdedir. İşverenlerin, meydana gelen iş kazası bildirimi yükümlülüğünü zamanında yerine getirmemesi durumunda idari para cezası ile karşılaşmaları muhtemeldir. Bu yazıda, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 16.05.2006 tarihli (Esas 2006/9-23, Karar 2006/141) kararından hareketle iş kazasını süresinde bildirmemenin sonuçlarını, uygulanacak idari para cezasını, bu cezaya itiraz mercilerini ve ilgili mevzuatı (4857 sayılı İş Kanunu ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu) sade bir dille ele alacağız. Hedef kitlemiz olan işverenler, insan kaynakları uzmanları ve genel kamu için hem hukuki altyapıyı açıklayacak hem de uygulamadaki etkileri ve yapılması gerekenleri vurgulayacağız.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 16 Mayıs 2006 tarihli kararında, iş kazasının süresinde bildirilmemesi nedeniyle uygulanan idari para cezasına karşı hangi yargı yoluna başvurulacağı netleştirilmiştir. Somut olayda, bir işveren hakkında meydana gelen bir iş kazasını yasal süresi içinde bildirmediği gerekçesiyle idari para cezası uygulanmıştır. İşveren, bu cezaya karşı sulh ceza mahkemesi nezdinde itiraz etmiş; ancak yasal düzenlemelerdeki belirsizlik nedeniyle görevli mahkemenin hangisi olduğu tartışma konusu olmuştur. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, söz konusu idari para cezasının kabahat niteliğinde olduğunu vurgulayarak, itirazın adli yargı kolunda görülmesi gerektiğine karar vermiştir. Bu karar, özellikle 4857 sayılı İş Kanunu’na göre uygulanan idari para cezalarının hangi mahkemede değerlendirileceği konusunda yol gösterici olmuştur.
Kararın gerekçesinde, iş kazası bildiriminin kanunda öngörülen süre içinde yapılmaması eyleminin, Kabahatler Kanunu kapsamında değerlendirilmesi gereken bir idari yaptırım doğurduğu belirtilmiştir. Bu nedenle, Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesi gereğince, idari para cezasına karşı yapılan itirazların adli yargı mercileri tarafından incelenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Yargıtay, 4857 sayılı İş Kanunu’nda o dönem yer alan ve idari para cezalarına karşı idare mahkemesine başvurulacağını öngören hükmün, Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle uygulama alanının kalmadığına dikkat çekmiştir. Bu yaklaşım, iş kazası bildirimine ilişkin idari para cezalarının hızlı ve etkin bir şekilde sulh ceza mahkemelerinde değerlendirileceği yönünde önemli bir içtihattır.
İş kazası gerçekleştiğinde işverenin hem Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) hem de ilgili diğer mercilere belirli süreler içinde bildirim yapma yükümlülüğü vardır. İncelemeye konu olan dönemde (4857 sayılı İş Kanunu ve mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu zamanında), işverenler bir iş kazasını en geç 2 iş günü içinde bölge çalışma müdürlüğüne (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın ilgili bölge birimine) ve ayrıca Sosyal Sigortalar Kurumu’na bildirmekle yükümlüydü. Bu süre içinde bildirim yapılmazsa, işveren hakkında idari yaptırım uygulanması söz konusuydu.
Mevzuatta 2012 yılında yapılan değişiklikler ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle bildirim yükümlülüğünün süresi ve muhatabı güncellenmiştir. Güncel düzenlemelere göre işveren, bir iş kazasını, kazanın olduğu tarihten itibaren üç iş günü içinde SGK’ya bildirmek zorundadır. Bu bildirim, elektronik ortamda veya doğrudan SGK’ya yapılabilir. SGK bildirimi süresinin hesabında, kazanın meydana geldiği gün sayılmaz ve üç iş günü sonraki mesai bitimine kadar yapılan bildirimler süresinde kabul edilir. Örneğin, Cuma günü meydana gelen bir iş kazası en geç Çarşamba günü mesai bitimine kadar SGK’ya bildirilmelidir.
Bildirim yükümlülüğünün amacı, iş kazalarının kayıt altına alınması, gerekli soruşturma ve önlemlerin ivedilikle yapılması ve kazazede çalışanların sigorta haklarından zaman kaybetmeden faydalanmasını sağlamaktır. İşverenin kazayı bildirmemesi veya geç bildirmesi, yasal olarak bir ihlal teşkil etmesinin yanı sıra, çalışanların iş kazası sigortasından doğan haklarını gecikmeli almalarına ya da kaybetmelerine yol açabilir. Dolayısıyla iş kazası bildirim sürelerine riayet etmek hem yasal zorunluluk hem de işverenin sosyal sorumluluğunun bir parçasıdır.
İş kazasının kanuni süre içinde bildirilmemesi durumunda, işveren hakkında idari para cezası uygulanır. İnceleme konusu Yargıtay kararına dayanak teşkil eden dönemde, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 105 ve 108. maddeleri uyarınca bu yükümlülüğün ihlali halinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürlüğü tarafından idari para cezası kesilmekteydi. Söz konusu cezanın miktarı, İş Kanunu’nda öngörülen tutarlara ve her yıl belirlenen yeniden değerleme oranlarına göre tespit edilirdi. Örneğin, bildirim yükümlülüğünün ihlali için o dönem öngörülen ceza, ilgili yılın belirlemelerine göre değişmekle birlikte, işçinin sigortalı olup olmamasına veya işletmenin büyüklüğüne göre farklılık gösterebiliyordu. Bu ceza, iş teftiş kurulu müfettişlerinin raporu doğrultusunda bölge çalışma müdürlüklerince karara bağlanıp tebliğ edilirdi.
Günümüzde ise iş kazasını süresinde bildirmemenin yaptırımı 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu hükümlerine göre uygulanmaktadır. 6331 sayılı Kanun’un 14. maddesi işverenin iş kazalarını kayıt ve SGK’ya bildirim yükümlülüğünü düzenlerken, 26. maddesi ihlalde uygulanacak idari para cezalarını belirlemiştir. Halen yürürlükte olan düzenlemeye göre, iş kazasını SGK’ya bildirmeme kabahati işlendiğinde, işverene her bir kaza için 2.000 TL idari para cezası verilmektedir (bu tutar her yıl yeniden değerleme oranında artmaktadır). Örneğin, bir iş kazasını 3 iş günlük yasal süre geçtikten sonra bildiren veya hiç bildirmeyen bir işveren, idari para cezası yaptırımına maruz kalır.
İdari para cezası uygulanması, işveren açısından sadece maddi bir yaptırım değildir; aynı zamanda iş yerinde iş sağlığı ve güvenliği kültürünün zayıf olduğu yönünde bir gösterge sayılır. Ayrıca, SGK mevzuatına göre iş kazasını geç bildiren işveren, kazalı çalışanın tedavi ve istirahat süresine ilişkin geçici iş göremezlik ödeneğinin belirli bir kısmını kurum yerine ödemek durumunda kalabilir. Bu nedenle iş kazasını zamanında bildirmemek, idari para cezasının ötesinde ek mali yükümlülükler ve reputasyon kaybı gibi sonuçlar da doğurabilir.
İdari para cezalarına karşı itirazda görevli mahkemenin belirlenmesi, 2000’lerin ortasında özellikle 4857 sayılı İş Kanunu kapsamındaki cezalar bakımından tartışmalı hale gelmişti. İş Kanunu yürürlüğe girdiği 2003 yılında, idari para cezalarına karşı idare mahkemesine başvurulacağını öngören bir hüküm içeriyordu. Bu hükme göre işverenler, kendilerine tebliğ edilen idari para cezalarına 7 gün içinde yetkili idare mahkemesinde itiraz edebilirlerdi. Ne var ki, 2005 yılında yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu, idari yaptırımlara karşı başvuru yolu konusunda genel bir düzenleme getirerek bazı değişikliklere yol açtı. Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesi 1. fıkrası, “idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı, kararın tebliğ tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabilir” hükmünü amirdir. Bu genel hüküm, özel kanunlarda aksine bir itiraz mercii belirtilmediği durumlarda tüm idari para cezaları için geçerli bir kural getirmektedir.
4857 sayılı Kanun’un idari para cezasına itiraz yolu konusunda özel bir hüküm içermesi, Kabahatler Kanunu ile bir “özel kanun-genel kanun” çatışması doğurmuştur. Sulh Ceza Mahkemeleri, ilk aşamada bu uyuşmazlıklarda farklı kararlar vermiştir. Örneğin, bazı sulh ceza hakimlikleri 4857 sayılı Kanun’un özel hükmü gereği görevsizlik kararı verip dosyayı idari yargıya gönderirken, bazıları ise Kabahatler Kanunu’nu esas alarak davayı görmüştür. İşte bu noktada, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2006/9-23 E., 2006/141 K. sayılı içtihadı, tartışmaya son noktayı koymuştur. Yargıtay, kabahat olarak nitelendirilen bu idari yaptırımlar hakkında “görev kuralları kamu düzenine ilişkindir” prensibini vurgulayarak, Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.06.2005 tarihinden sonra kesilen idari para cezalarına karşı açılan davaların sulh ceza mahkemesinde görülmesi gerektiğine hükmetmiştir. Bu kararla birlikte, iş kazası bildirimi sebebiyle uygulanan idari para cezalarında itiraz mercii adli yargı (sulh ceza) olarak netleşmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kararından sonra, kanun koyucu da mevzuatta uyumlaştırmaya gitmiştir. 08.02.2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun ile 4857 sayılı İş Kanunu’nun 108. maddesinde değişiklik yapılarak, idari para cezalarına karşı “idare mahkemesine itiraz” yolu metinden çıkarılmıştır. Böylece, 4857 kapsamındaki idari para cezaları açısından da yasal olarak Kabahatler Kanunu’nun genel hükümleri uygulanır hale gelmiştir. Bu değişiklik, Yargıtay kararının ortaya koyduğu ilkeyi yasama düzeyinde teyit etmiştir. Sonuç olarak, iş kazasını süresinde bildirmeme kabahatine ilişkin idari para cezalarında görevli yargı mercii sulh ceza mahkemesidir. Sulh ceza mahkemesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde itiraz dilekçesi verilebilir. Sulh ceza hakimi, yapılan itirazı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre (kabahatler için basit yargılama usulüne benzer şekilde) inceleyerek karara bağlar. Sulh ceza mahkemesinin bu konudaki kararları “itiraz” kanun yoluna tabidir; yani verilen karara karşı bir üst ceza mahkemesine, genellikle Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde, itiraz edilmesi mümkündür.
Güncel uygulamada, iş kazası bildirimine ilişkin idari para cezalarında itiraz usulü, 5510 sayılı Kanun uyarınca biraz farklılaşmıştır. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu md. 102/4, SGK tarafından uygulanan idari para cezalarına karşı öncelikle kuruma itiraz edilebileceğini belirtmektedir. İşveren, idari para cezası tebligatını aldıktan sonra 15 gün içinde SGK’ya yazılı itiraz başvurusu yapabilir. SGK, itirazı değerlendirip karara bağlar; eğer itiraz reddedilirse, ret kararının tebliğinden itibaren 30 gün içinde yetkili idare mahkemesi nezdinde iptal davası açma hakkı bulunmaktadır. Bu süreç, idari para cezasının yargısal denetiminin idari yargıda yapılmasını sağlar. Görüldüğü üzere, 6331 sayılı Kanun kapsamındaki iş kazası bildirim cezalarında ilk itiraz merci idare (SGK’nın kendisi), nihai yargı yolu ise idari yargıdır. Ancak bu durum, 4857 dönemindeki uygulamayla çelişmez; zira 6331 ve 5510 sayılı kanunlar, Kabahatler Kanunu’na paralel özel düzenleme getirerek itiraz usulünü değiştirmiştir. Önemle belirtelim ki, eğer idari para cezası özel bir kanun (örneğin 5510) uyarınca bir itiraz mekanizması öngörüyorsa, o mekanizma izlenmelidir. Aksi takdirde – yani özel kanunda ayrı bir yol yoksa – Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesindeki genel kural devreye girer ve sulh ceza mahkemesi görevli olur.
İşverenler ve insan kaynakları uzmanları için, iş kazası bildirim süresi ve usulüne riayet etmek hem yasal sorumluluğun yerine getirilmesi hem de işyerinin menfaati gereğidir. Aşağıda işverenlerin bu konuda dikkat etmesi gereken başlıca noktaları özetliyoruz:
Sonuç olarak, iş kazasının süresinde bildirilmemesi hem işverenlere idari para cezası yükü getirmekte hem de yasal süreçlerde muhatap olabilecekleri itiraz prosedürlerini beraberinde getirmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2006 tarihli kararı, bu konuda uzun süre tereddüt konusu olan sulh ceza mahkemesi mi idare mahkemesi mi yetkilidir sorusuna açıklık getirmiş ve kabahat niteliğindeki idari para cezalarının esasen adli yargı kolunda inceleneceğini ortaya koymuştur. Mevzuatın zaman içinde gelişimiyle birlikte günümüzde iş kazası bildirimine dair cezaların önemli bir kısmı idari yargının denetimine tabi hale gelmişse de, temel ilke değişmemiştir: Özel bir kanuni itiraz yolu yoksa, Kabahatler Kanunu devreye girer. İşverenler, yasaların kendilerine yüklediği iş kazası bildirim yükümlülüğünü ciddiye almalı; aksi halde karşılaşabilecekleri idari para cezalarına itiraz sürecinde doğru adımları atarak haklarını savunmalıdır. Unutulmamalıdır ki, kanunlar iş kazalarını zamanında bildirerek hem çalışanların haklarını korumayı hem de işyerlerinde güvenlik kültürünü yerleştirmeyi amaçlamaktadır. Yükümlülüklere uymak, idari yaptırımlarla uğraşmaktan ve olası itibar kayıplarından çok daha kolay ve yararlıdır.
Kaynakça: Yargıtay Ceza Genel Kurulu 16.05.2006 T. 2006/9-23 E., 2006/141 K. Kararı ve ilgili mevzuat; Kabahatler Kanunu m. 3, 16, 27; 4857 sayılı İş Kanunu m. 105, 108 (5728 s. Kanun ile değişik); 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu m. 14, 26; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve GSS Kanunu m. 13, 21, 22, 102.
İş Kazasını Zamanında Bildirmeme İdari Para Cezası
İŞ KAZASINI SÜRESİ İÇİNDE BİLDİRMEME
İDARİ PARA CEZASI
KABAHATLER KANUNU
İTİRAZ YERİNİN SULH CEZA MAHKEMESİ OLMASI
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas: 2006/9-23
Karar: 2006/141
Tarih: 16.05.2006
KARAR METNİ:
İş kazasını süresi içinde bildirmeyen Sentez. Mak. ve End. Tes. Müş. Taş. Pro. İml. İth. İhr. Tic. Ltd. Şirketi`nin 4857 s. İş Kanununun 108. ve 105/2. maddeleri uyarınca 714, 46 YTL idari para cezası ile cezalandırılmasına ait Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bölge Müdürlüğünün 7 Haziran 2005 günlü 14168 s. kararına karşı işveren Şirket tarafından süresi içerisinde itiraz edilmesi üzerine Ankara 4. Sulh Ceza Mahkemesi 08.07.2005 tarih ve 651 D.İş sayı ile; bildirimin yasada ön görülen 2 iş günlük süre içinde gerçekleştirilmesi karşısında, kanun hükmüne uygun verilmeyen idari para cezasının kaldırılmasına kesin şekilde karar vermiştir.
Adalet Bakanı tarafından bu karara karşı kanun yararına bozma isteminde bulunulması üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9.Ceza Dairesi 22.11.2005 tarih ve 6963-8887 sayı ile;
‘Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 21.12.2004 tarih ve 2004/7-189-225 s. kararıyla idari işlemin denetimi niteliğinde olan idari para cezasına itirazın sulh ceza hakimince incelenmesinde, adli yargı mercilerinin yasayla görevlendirilmesinin yapılan işleme adli bir işlem niteliği vermeyeceği, sulh hakiminin denetiminin sadece idari işlemin kanuna uygun yapılıp yapılmadığı ile sınırlı olup, idari bir işlemin denetiminin idari nitelikte olması sebebiyle, bu tür işlemin adli yargıya ait olağanüstü bir kanun yolu olan yazılı emirle incelenmesine kanuni olanak bulunmadığından bahisle, yazılı emir talebinin reddine karar verilmiş ise de, idari nitelikteki bir işlemin denetiminin idari yargı mercilerinde görülmesi gerektiği yönündeki anılan Ceza Genel Kurul kararında vurgulanan görüşe katılmakla birlikte, mevcut bir kısım kanunlarımızda idari para cezalarına karşı Sulh Ceza Mahkemelerine itiraz olunabileceğinin belirtilmiş olması karşısında, bu durum Yasa koyucu tarafından değiştirilmediği veya Anayasa Mahkemesince de iptal edilmediği sürece, Sulh Ceza Mahkemelerince idari para cezalarına karşı yapılan itirazlar üzerine verilen kararların denetim dışı bırakılmasının keyfiliğe ve uygulamada birliğin sağlanamamasına yol açacağı gibi, hakkında usulsüz olarak veya yasaya aykırı biçimde idari para cezası uygulanan kişinin mağduriyetine de sebep olacağı düşüncesiyle, yasa yararına bozma yönünden yapılan incelemede;
Dosya kapsamına göre, 10.6.2003 tarih ve 25134 s. Resmi Gazete`de yayımlanarak yürürlüğe giren 4857 s. iş Yasasının 108/2. maddesine göre, idari para cezalarına karşı yedi tarih içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceğine ait özel düzenleme karşısında, kabahatlere ait genel düzenleme öngören ve 01.06.2005 gününde yürürlüğe giren 5326 s. Kabahatler Yasasının 27. maddesinin uygulanamayacağı, bu sebeple Sulh Ceza Mahkemesinin itirazı inceleme yetkisinin bulunmadığı gözetilmeden, görevsizlik kararı verilmesi yerine, yazılı biçimde hüküm kurulmasında isabet görülmediğinden bahisle, 5271 s. CMK.nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığının 26.09.2005 tarih ve 40096 s. yasa yararına bozma talebine atfen, Yargıtay C.Başsavcılığının 13.10.2005 tarih ve 2005/176099 s. tebliğnamesi ile daireye ihbar ve dava evrakı tevdi kılınmakla dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Kanun yararına bozma talebine dayanılarak, düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incelenen dosya kapsamına nazaran yerinde görüldüğünden Ankara 4. Sulh Ceza Mahkemesinin 8.7.2005 gün ve 2005/651 Müt. S. kararının CMK.nun 343. maddesi uyarınca bozulmasına, hükümden önce 10 Haziran 2003 tarihli Resmi Gazete`de yayımlanarak yürürlüğe giren ve 1475 s. İş Kanununu yürürlükten kaldıran 4857 s. Kanun hükümleri de nazara alınmak suretiyle müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına, ‘ karar vermiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 06.01.2006 tarih ve 176099 sayı ile;
‘07.06.2005 gününde uygulanan idari para cezasına karşı başvuru mercii 5326 s. Kabahatler Kanununun 27. maddesi uyarınca adli yargı, başka deyişle sulh ceza mahkemesidir. Anılan kanun maddesi ile çelişen ve idari yargıyı başvuru makamı olarak öngören 4857 s. Kanunun 108. maddesinin ikinci fıkrasının uygulama yeteneği bulunmamaktadır. Görevli ve yetkili Ankara Sulh Ceza Mahkemesinin başvuruyu sonuçlandırması kanuna uygun olup, idari mercilere yönelik görevsizlik kararı vermesi gerekmemektedir.’ görüşü ile itiraz yoluna başvurarak Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, kanun yararına bozma isteminin reddine, karar verilmesini talep etmiştir.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Ceza Genel Kurulunda yapılan incelemede öncelikle, idari para cezasına itiraz üzerine adli mercilerce verilen kesinleşmiş kararlara karşı kanun yararına bozma isteminde bulunulup bulunulamayacağı tartışılıp değerlendirilmiştir. Gerçekten de, Ceza Genel Kurulunun 21.12.2004 tarih ve 189-225 s. kararında; ‘idari işlemin denetimi niteliğinde olan idari para cezasına itirazın incelenmesinde, adli yargı mercilerinin yasayla görevlendirilmesi, yapılan işleme adli bir işlem niteliği vermemektedir. İdari para cezalarının denetlenmesinde adli yargı mercii olan sulh hakiminin denetimi sadece idari işlemin kanuna uygun yapılıp yapılmadığı ile sınırlı olup, kanuna aykırılığın saptanması halinde idari merciin yerine geçerek idari para cezasını belirleme yetkisinin bulunmadığının kabul edilmesinde zorunluluk vardır. Hal böyle olunca, idari bir işlemin denetlenmesinin de idari nitelikte olması karşısında, bu tür bir işlemin adli yargıya ait gerek olağan gerekse olağanüstü kanun yolu denetimine tabi tutulması da kanuni olarak olanaksızdır.’ denilerek, idari para cezasına yönelik itiraz üzerine sulh hakimince verilen kararlara karşı kanun yararına bozma isteminde bulunulamayacağı sonuca bağlanmıştı.
Ancak, bu karardan sonra 1 Haziran 2006 gününde 765 s. Türk Ceza Kanununun yürürlükten kalkması, 5237 s. Türk Ceza Kanunu ile birlikte 5326 s. Kabahatler Kanununun yürürlüğe girmesi sebebiyle suç ve yaptırım sistemimiz önemli değişikliklere uğramıştır. Kabahatler Kanununun 2. maddesinde, kabahat, kanunun karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık olarak tanımlanmış, 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu belirtilmiş, kanunun ikinci kısmında da çeşitli kabahatlere yer verilmiştir. Ayrıca Yasada, idari yaptırım gerektiren fiiller bakımından uygulanabilecek genel nitelikteki ilkelere de yer verilmiş, yine bu ilkelerin ilgili yasalarda yer alan sair kabahatler hakkında da uygulanacağı 3. maddesinde hükme bağlanmıştır.
Kabahatler Kanunu ile getirilen sistem gereği, kabahatler ve bunlar karşılığında ön görülen idari yaptırım kararları, idari bir işlemin ötesinde, ceza hukukunun genel prensipleriyle yakın ilişki içerisinde bulunmaktadır. Nitekim, anılan Yasada, kanunilik, zaman ve yer bakımından uygulama, sorumluluğun esasları, hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu ortadan kaldıran sebepler, teşebbüs, iştirak, içtima, zaman aşımı gibi ceza hukukunun bir çok temel ilkesine yer verilmiştir. Bu nedenledir ki, kabahatler karşılığında ön görülen idari yaptırımlardan, idari para cezası ile mülkiyetin kamuya geçirilmesi kararlarına karşı idari yargıya değil, ceza mahkemesine başvurulmasını mümkün kılan bir düzenleme yapılmıştır. Böylelikle, bu kararların yerine getirilmesinden önce ceza hukuku ilkeleri bakımından adli denetim imkanı da sağlanmıştır. Bunun amacı, keyfiliği, uygulamalardaki eşitsizliği, hukuka aykırılıkları gidermektir. Böyle bir başvuru üzerine adli merci tarafından yapılan işlem, yalnızca dosya üzerinde yapılacak bir denetim ile sınırlı değildir. Kanunun 28. maddesine göre, mahkemece, başvurunun kabul edilmesi durumunda, başvuru dilekçesinin kamu kurum ve kuruluşuna tebliğ edilmesi, gerektiğinde işlem dosyasının istenmesi, kurumun cevap dilekçesinin başvurucuya tebliği, talep üzerine ve hatta kendiliğinden tarafların çağrılarak dinlenilmesi, tanık dinlenilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılması, keşif yapılması, delillerin toplanmasından sonra hakkında idari yaptırım kararı verilen kişiye, yasal temsilcisi veya vekiline son söz hakkı verilmesi de gerekmektedir. Görüldüğü üzere; idari yaptırım kararına karşı başvuru üzerine sulh ceza mahkemesi tarafından ceza yargılamasının genel prensiplerine göre yargısal bir faaliyette bulunulması ve ceza hukukunun genel ilkeleri dikkate alınmak suretiyle bir karar verilmesi söz konusudur. Dolayısıyla, yapılan işlemler ve verilen kararlar adli ceza yargısını doğrudan ilgilendiren bir nitelik taşımaktadır. Bütün bu hususlar; kanun koyucunun, idari suç ve yaptırımları sadece idari bir işlem, öte yandan idari yaptırım kararlarına başvuru üzerine ceza mahkemelerince verilen kararları da salt idari işlemin denetlenmesi niteliğinde görmediğinin bir ifadesidir.
Anılan Yasanın, geçiş döneminde çıkacak sorunların çözümünü amaçlayan Geçici 2 ve 3. maddelerinde başvuru mercii olarak adli yargı görevlendirilmiş, ayrıca adli yargı mercilerinde gerçekleştirilen yargılama sırasında koğuşturma konusu fiilin esasen idari yaptırım gerektiren bir kabahati oluşturduğunun anlaşılması durumunda 24. madde uyarınca mahkemelerin de bu nitelikte bir yaptırıma hükmedebilmeleri olanağı getirilmiş, ayrıca mahkemelerin, idari yaptırım kararına itiraz üzerine verdikleri karara karşı adli yargı sistemi içerisinde yeni başvuru yöntemleri ihdas edilmiş, böylelikle idari yaptırım kararlarının ceza yargılamasıyla paralel prensipler uygulanarak verilmesi ve adli yargı mercilerince denetlenmesi sağlanmak istenmiştir. Birinci derece yargılaması sırasında fiilin nitelik değiştirdiğini kabul ederek idari yaptırıma hükmeden bir adliye mahkemesinin bu kararı kesinleştiğinde, hiç kuşkusuz kanun yararına bozma istemine konu olabilecektir. Bu durumda, mahkemelerce verilen idari yaptırım kararları bakımından kanun yararına bozma istenebileceği, buna mukabil idari merciler tarafından verilen idari yaptırım kararına yönelik başvuru ve itiraz üzerine sulh ve ağır ceza mahkemelerince verilecek kararların kanun yararına bozma istemine konu edilemeyeceğinin kabulü, çelişki ve eşitsizlik yaratacak; bu tür kararların Yargıtay denetimi dışında kalması sonucunu doğuracaktır. Bu kanuni değişiklikler ve yeni düzenlemeler karşısında Ceza Genel Kurulunun 21.12.2004 tarih ve 189-225 s. kararında belirtilen neden ve gerekçeler ortadan kalkmış bulunduğundan, idari yaptırımlara itiraz üzerine adli mahkemelerce verilip kesinleşen kararlara karşı kanun yararına bozma yoluna başvurulması mümkündür.
Açıklanıp tartışılan sorun bu biçimde çözüme bağlandıktan sonra, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazına konu hususların incelenmesine geçilmiştir.
İnceleme konusu olayda;
İş kazasının süresi içerisinde bildirilmemesi sebebiyle 4857 s. İş Kanununun 108. ve 105/2. maddelerine göre Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bölge Müdürlüğü tarafından verilen idari para cezasına yönelik başvuru üzerine Ankara Sulh Ceza Mahkemesi, bildirimin yasada ön görülen 2 iş günlük süre içinde yapıldığını belirterek, kanuna aykırı verildiği saptanan idari para cezasının kaldırılmasına kesin şekilde karar vermiştir.
Adalet Bakanı, 4857 s. İş Yasasının, idari para cezalarına karşı 7 tarih içerisinde idare mahkemesine itiraz edilebileceğini öngören 108/2. maddesindeki özel düzenleme karşısında, 5326 s. Kabahatler Kanununun 27. maddesinin uygulanamayacağını, bu halde sulh ceza mahkemesinin görevsizlik kararı vermesi gerektiğini ileri sürerek anılan mahkeme kararının kanun yararına bozulmasını istemiştir.
Özel Daire, bu istemi yerinde bulup mahkeme kararının görev yönünden bozulmasına ve 4857 s. Kanun hükümleri uyarınca müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına karar vermiş, Yargıtay C.Başsavcılığı ise, idari para cezasına karşı başvuru merciinin 5326 s. Kabahatler Kanununun 27. maddesi uyarınca sulh ceza mahkemesi olduğunu, bu tür kararlara karşı idari yargıyı başvuru makamı olarak öngören 4857 s. Kanunun 108. maddesinin ikinci fıkrasının uygulama yeteneği kalmadığını belirterek itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
Görüleceği üzere çözümü gereken uyuşmazlık, 4857 s. İş Kanunu uyarınca verilen idari yaptırım kararına karşı yapılan itirazı inceleme görevinin aynı Kanunun 108. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca idari yargıya mı, yoksa 5326 s. Kabahatler Kanununun 27. maddesi uyarınca Sulh Ceza Mahkemesine mi ilişkin olduğu noktasında toplanmaktadır.
22.05.2003 gün ve 4857 s. İş Yasası`nın ‘Amaç ve kapsam’ başlıklı 1. maddesinin birinci fıkrasında, ‘Bu Yasanın amacı işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ait hak ve sorumluluklarını düzenlemektir’ denilmiş; 77. maddesinin üçüncü fıkrasında, işverenlere, işyerlerinde meydana gelen iş kazasını en geç iki tarih içerisinde bölge müdürlüğüne bildirmeleri zorunluluğu getirilmiş, 105. maddesinin ikinci fıkrasında, bu Kanunun 77`nci maddesi hükmüne aykırı hareket eden işveren veya vekiline beşyüz`er milyon TL. para cezası verileceği kurala bağlanmış; aynı Kanunun 108. maddesinde, bu cezalara karşı tebliğ gününden itibaren en geç yedi tarih içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüştür. Görüleceği üzere, İş Yasasında getirilen sistemde, bu Kanun hükümlerine göre verilen idari nitelikteki para cezalarına karşı yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilmektedir.
Bilahare 01.06.2005 gününde yürürlüğe giren 5326 s. Kabahatler Kanunu ise, gerek kendisinde gerekse sair yasalarda ön görülen idari yaptırımlar bakımından kapsamlı düzenlemeler ve bunlara karşı yapılacak başvuruya ait görev hükümleri içermektedir. Dolayısıyla, öncelikle Kabahatler Kanununun getirdiği sistemin tetkiki ve sair yasalarda düzenlenen idari yaptırımlara karşı yapılacak başvuru konusundaki etkilerinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Kabahatler Kanunu Tasarısı`nın gerekçesinde, özetle, bu düzenleme ile, özellikle ekonomik hayata ait düzenlemelerde kazuistik olarak idari yaptırım öngören ve bir sistemden yoksun olan hükümlerin önüne geçebilmek ve ayrıca hukuk uygulamasında birliği ve hukuk güvenliğini temin etmek amacıyla, belirlenen genel ilkelerin, özel yasalarda tanımlanan kabahatler hakkında da uygulanmasının sağlanacağı belirtilmiştir.
Kabahatler Kanununun birinci kısmında genel hükümlere yer verilmiş, ikinci kısmında ise çeşitli kabahatler düzenlenmiştir. Kanunun 1. maddesinde ‘Bu Yasada; toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla;
a) Kabahatlere ait genel ilkeler, b) Kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idari yaptırımların türleri ve sonuçları,
c) Kabahatler dolayısıyla karar alma süreci
d) İdari yaptırıma ait kararlara karşı kanun yolu,
e) İdari yaptırım kararlarının yerine getirilmesine ait esaslar, belirlenmiş ve çeşitli kabahatler tanımlanmıştır.’ denilerek Kanunun amaç ve kapsamı gösterilmiştir.
Yasanın 2. maddesinde, ‘kabahat’ deyiminden, kanunun karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı; 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların ‘idari para cezası’ ve ‘idari tedbirler’den ibaret bulunduğu ifade edilmiş, ayrıca ‘idari tedbirler’in de mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili yasalarda yer verilen sair tedbirler olduğu açıklanmıştır. Buna göre, gerek Kabahatler Yasasında gerekse sair özel yasalarda, karşılığında idari yaptırım uygulanması ön görülen fiiller kabahattir.
Öte yandan, Kabahatler Kanununun en önemli özelliği kabahatler için genel kanun özelliği taşımasıdır. Nitekim 3. maddesinde, bu Kanunun genel hükümlerinin sair yasalardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Kanunun genel hükümlerinde ise, idari yaptırım gerektiren fiiller açısından yasallık ilkesi, zaman ve yer bakımından uygulama, sorumluluk esasları, zamanaşımı, idari yaptırımların niteliği, türleri, sonuçları, yerine getirilmesi ve idari yaptırımlara karşı başvuru yolları düzenlenmiştir. Bu suretle, genel nitelik taşıyan Kabahatler Yasasında ön görülen genel ilke ve hükümlerin özel yasalardaki kabahatler için de geçerli olması temin edilmiş, genel kanun ile özel yasalardaki kabahatler arasında ilişki kurulmuş, uygulamadaki dağınıklık giderilmeye çalışılmış, sadelik ve basitlik getirilmiştir. Kabahatler Kanununun genel hükümleri arasında yer alan 27. maddesinin (1) numaralı bendinde ise, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ait idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi gününden itibaren en geç onbeş tarih içinde, Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabileceği öngörülmüştür. Buna göre, Kabahatler Kanununun belirlediği ilke ve esaslara uygun olan sair yasalardaki idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ait idari yaptırımlara karşı yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemesi genel görevlidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olayı değerlendirdiğimizde;
Diğer yasalarda ön görülen idari yaptırımlar bakımından Kabahatler Kanununun uygulanabilmesi için; idari yaptırımın, Kabahatler Kanununun 1. maddesinde belirtilen toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amaçlarıyla getirilmiş olması, ayrıca Kabahatler Kanununun 2. maddesinde yapılan kabahat tanımına ve 16. maddesinde belirtilen yaptırım türlerine uyması, 19. maddesinde sayılan geçici istisnalardan olmaması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde itiraz yolu ön görülen idari yaptırımlardan olması gerekmektedir.
İncelenen olayda bu koşulların gerçekleştiği anlaşıldığından, 4857 s. İş Kanununun emredici hükümlerine aykırılık sebebiyle verilen idari para cezasına yönelik itiraza bakma görevi sonradan yürürlüğe giren 5236 s. Kabahatler Kanununun 27 vd. maddeleri uyarınca Sulh Ceza Mahkemesine ilişkin olup, 4857 s. İş Yasası`nın idari yargı mercilerini görevli kılan 108/2. maddesinin uygulanması olanağı bulunmamaktadır. O halde, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire kararının kaldırılmasına, Adalet Bakanının kanun yararına bozma isteminin reddine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE, 2- Yargıtay 9.Ceza Dairesinin 22.11.2005 tarih ve 6963-8887 s. kararının KALDIRILMASINA, 3- Adalet Bakanının kanun yararına bozma isteminin REDDİNE, 4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 16.05.2006 tarihinde oybirliği ile karar verildi.