Başlıklar
ToggleÖlünceye kadar bakma sözleşmesi, özellikle yaşlı bireylerin bakım ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla başvurdukları özel bir hukuki işlemdir. Ancak bu sözleşme kimi zaman, mirasçılardan mal kaçırma amacıyla kötüye kullanılabilir. Türk hukukunda bu tür işlemler “muris muvazaası” (murisin yaptığı muvazaalı işlemler) kapsamında iptal davasına konu olabilir.
Muris muvazaası davası nedir, Mirasçılardan mal kaçırma nasıl ispatlanır
Bu yazıda, ölünceye kadar bakma sözleşmesinin hukuki niteliği, muris muvazaası davalarında nasıl değerlendirilmesi gerektiği, bir Yargıtay kararı incelemesini de içerecek şekilde uygulamaya dönük bir dille ele alınacaktır.
Türk Borçlar Kanunu’nun 611. maddesinde düzenlenen ölünceye kadar bakma sözleşmesi, bir tarafın diğer tarafa ölünceye kadar bakma ve gözetme yükümlülüğü karşılığında, diğer tarafın malvarlığı üzerinde bir mülkiyet devri taahhüt etmesiyle oluşur. Bu sözleşme resmî şekilde noter veya tapuda yapılmalıdır ve genellikle taşınmazların devriyle sonuçlanır.
Sözleşmenin temel amacı, bakım ihtiyacındaki kişinin yaşamı boyunca düzenli bakım ve ilgi görmesini sağlamak ve karşılığında bakım veren kişiye bir ekonomik teminat sunmaktır.
Yargıtay uygulamaları bu tür davalarda gerçek bakımın varlığına, muris ile davalının ilişkisine, ve işlemin görünüşteki hukuki niteliğine değil, gerçek amacına odaklanmaktadır.
Hukuki destek almak, delilleri doğru şekilde sunmak ve davayı süresinde açmak bu alanda en önemli hususlardır. Alanında uzman bir miras avukatı ile çalışmak, muris muvazaasına dayalı davalarda başarı şansını artıracaktır.
Muris muvazaası, miras bırakanın (murisin), gerçek iradesi başka olduğu halde muvazaalı bir işlem yaparak malvarlığını bazı mirasçılardan gizli şekilde devretmesidir. Bu tip işlemlerde görünürdeki işlem (örneğin satış veya bakım sözleşmesi) ile tarafların gerçek niyeti farklıdır. Gerçekte bir hibe (bağış) yapılmasına rağmen işlem ölünceye kadar bakma ya da satış sözleşmesi gibi gösterilir.
Yargıtay, muris muvazaasında en çok görülen senaryonun “görünürde satış, gerçekte bağış” olduğunu kabul etmektedir. Aynı durum, ölünceye kadar bakma sözleşmeleri için de geçerlidir. Eğer sözleşme, gerçek anlamda bakım sağlamak için değil, yalnızca malvarlığı devrini gizlemek ve diğer mirasçılardan mal kaçırmak için yapılmışsa, bu işlem muvazaalı kabul edilebilir.
Yargıtay kararlarına göre, bir ölünceye kadar bakma sözleşmesinin geçerliliği, bakımın gerçekten yapılıp yapılmadığına, sözleşmenin hangi şartlarda ve hangi mirasçıya karşı yapıldığına göre değerlendirilir.
Yargıtay, bu sözleşmeyi “gizli bağış” saymakta ve muris muvazaası olarak değerlendirmektedir. Bu durumda sözleşmenin iptali ve taşınmazın terekeye (miras mallarına) iadesi mümkündür.
Önemli Bir Karar:
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2015/1-1234 E., 2018/1059 K. sayılı kararında; bakım fiili yerine getirilmediği, sözleşmenin hemen akabinde taşınmazın üçüncü kişilere devredildiği ve diğer mirasçılara bilgi verilmediği durumlarda, bu akdin aslında bir bağış sözleşmesi olduğu kabul edilmiştir.
Muris muvazaası davası, TMK m.1027’ye ve Yargıtay içtihatlarına dayalı olarak açılır. Tapuda görünürde geçerli bir işlem yapılmış olsa da, bu işlemde muvazaa (gizli maksat) varsa, iptal edilebilir.
Dava Şartları:
Deliller:
Türk Medeni Hukuku’nda en çok tartışmaya açık alanlardan biri de ölünceye kadar bakma sözleşmelerinin, muris muvazaası davalarıyla kesiştiği noktadır. Bu tür sözleşmeler, bakım yükümlülüğü karşılığında taşınmaz devri esasına dayansa da, kimi zaman mirasçıların haklarının ihlaline yol açan muvazaalı işlemler olarak değerlendirilmekte ve tapu iptali ve tescil davalarına konu olmaktadır.
Bu yazıda, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18.01.2012 tarihli, 2011/1-720 E. ve 2012/4 K. sayılı kararına odaklanarak, muris muvazaasına dayalı dava türleri açısından ölünceye kadar bakma sözleşmelerinin geçerliliği ve iptal koşulları ele alınacaktır.
Somut olayda, davacı tek mirasçı olduğunu belirterek, murisi tarafından davalıya devredilen taşınmazın ölünceye kadar bakma akdi görünümünde yapılan muvazaalı bir işlem olduğunu ileri sürmüştür. Davalı ise söz konusu bakım hizmetinin fiilen yerine getirildiğini ve devrin karşılıksız olmadığını iddia etmiştir.
Kararda, ölünceye kadar bakma sözleşmelerinin geçerliliği için murisin sözleşme tarihinde bakım ihtiyacında olması şartı aranmadığı, ancak sözleşmenin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yapılıp yapılmadığının titizlikle değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
Kurul, bir işlemin muvazaalı olup olmadığını anlamak için şu kriterlerin araştırılması gerektiğini vurgulamıştır:
Bu bağlamda HGK, yerel mahkemenin yukarıdaki unsurları araştırmadan karar vermesini eksik inceleme olarak değerlendirmiş ve kararın bozulması gerektiğine hükmetmiştir.
Yargıtay, bu kararıyla ölünceye kadar bakma akdi görünümündeki işlemlerde gerçek iradenin bağış olduğu iddiasının zaman sınırlaması olmaksızın ileri sürülebileceğini bir kez daha vurgulamıştır.
HGK, sözleşmenin ivazlı (karşılıklı) olduğu iddiasının, yalnızca bakım fiilinin yerine getirilmesiyle ispat edilemeyeceğini belirtmiştir. Malvarlığının tamamının veya büyük bir kısmının devredilmiş olması, bakım karşılığı olarak orantısız bulunursa, sözleşme yine muvazaalı kabul edilebilir.
Yerel mahkemenin murisle davalı arasındaki ilişkinin gerçekliği, bakım süresi ve niteliği, malvarlığı oranı, mirasçıların durumu gibi birçok faktörü bir arada değerlendirmeden karar vermesi, hukuka aykırı bulunmuştur.
Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, doğru uygulandığında hem bakım alanın hem de bakım verenin menfaatlerini koruyabilir. Ancak, bazen mirasçılardan mal kaçırma amacıyla da kullanılabilir. Bu sözleşme, gerçek bakım hizmeti amacı olmadan, sadece mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yapılmışsa, bu durumda muris muvazaası gündeme gelir. Mirasçılar, böyle bir durumda tapunun iptali ve terekeye iadesi için dava açabilir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2012/4 sayılı kararı, muris muvazaasına dayalı davalarda, ölünceye kadar bakma akitlerinin mutlak geçerli sayılmadığını ve her somut olayın kendi içinde çok yönlü incelenmesi gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Bu nedenle, mirasçılar:
Muvazaalı işlemlerle karşı karşıya olan mirasçıların, alanında uzman bir miras avukatıyla birlikte hareket etmesi, delillerin doğru sunulması ve sürecin profesyonelce yönetilmesi bakımından önemlidir.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas :2011/1-720
Karar :2012/4
Tarih :18.01.2012
Taraflar arasındaki ‘Tapu iptal ve tescil, olmazsa tenkis’ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Demre Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 28.1.2010 gün ve 2008/44 E. 2010/11 K. Sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, YARGITAY 1. Hukuk Dairesinin 2.11.2010 gün ve 2010/6998 E. 11369 K. Sayılı ilamı ile: (… Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil, olmadığı takdirde tenkis İSTEĞİNE İLİŞKİNİR.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; miras bırakan Ayşe’nin çekişme konusu 761 parsel sayılı taşınmazdaki ½ payını ölünceye kadar bakım koşuluyla davalıya temlik ETTİĞİ ANLAŞILMAKTADIR.
Davacı, anılan temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu, murisin bakım ihtiyacı olmayıp kandırılması suretiyle devrin gerçekleştiğini ileri sürerek eldeki DAVAYI AÇMIŞTIR.
Bilindiği üzere; ölünceye kadar bakım gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir BAĞITTIR. (B.K. m. 511). Başka bir anlatımla ivazlı SÖZLEŞME TÜRLERİNDENDİR. Bu sözleşmeyle bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer.(B.K. m. 514). Hemen belirmek gerekir ki, bakıp gözetme koşuluyla yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması ZORUNLU DEĞİLDİR. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması yada alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz. Kural olarak bu tür sözleşmeye dayalı bir temkininde muvazaayla illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman MÜMKÜNDÜR. En sade anlatımla muvazaa, iradeyle beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, aslolan tarafların akitteki gerçek ve müşterek AMAÇLARININ SAPLANMASIDIR.(B.K. m. 18). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçıma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de YARGITAY İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 1.4.1974 gün ve ½ sayılı İnançları Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur.
Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaayla illetli olup olmadığının belirlenebilmesi içinde, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın tüm memleketine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi ve olguların göz önünde TUTULMASI GEREKİR.
Somut olaya gelince; yukarıdaki ilke ve olguları kapsar biçimde bir araştırma yapıldığını söyleyebilme OLANAĞI YOKTUR. Mahkemece, miras bırakanın temlike konu ettiği taşınmazın genel malvarlığı içindeki oranın belirlenip temlik dışı mal varlığına göre devredilen taşınmaz payının makul sınırlar içinde kalıp kalmadığı bakımından bir değerlendirme YAPILMIŞ DEĞİLDİR.
Öyle ise noktan soruşturmayla karar verilmiş OLMASI İSABETSİZDİR. Davacının temyiz İTİRAZLARI YERİNDEDİR. Gerekçesiyle bozulmasına karar verilip dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki KARARDA DİRENİLMİŞİTR.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
YEREL MAHKEMECE; davacı Zeynep’in miras bırakan Ayşe’nin kızı ve tek mirasçısı olduğu, davalının ailesiyle muris Ayşe’ye baktığı onun ihtiyaçlarını giderdiği ve bakım borcunu getirdiği, murisin sağlığında da bakım borcunun yerine getirilmediğine dair bir iddianın ileri sürülmediği, davacı ve murisin resmi olarak üzerine kayıtlı olmayan diğer çocuklarının ise muris ile yeterince ilgilenmediği; muris Ayşe’nin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri itibariyle sözleşme tarihinde ve sonrasında bakıma ihtiyaç duyması davalı ve ailenin muris Ayşe’nin bakımıyla ilgilenmeleri nazara alındığında sözleşmenin ivazlı olduğu muvazaalı olmadığı; tenkis isteminin de süresinde olmadığı gerekçesiyle davanın reddine KARAR VERİLMİŞTİR.
Davalı vekilinin temyizi üzerine Özel dairece; yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçeyle KARAR BOZULMUŞTUR.
YEREL MAHKEMECE; İlk kararın gerekçesine ek olarak, taşınmazın davalıya intikalinin muvazaalı olmayıp, ivazlı olduğunun kabul edilmiş olmasına göre devre konu taşınmazın tüm malvarlığına oranının tespitinin gerekli görülmediği, taşınmazın değerinin murisin malvarlığının çok büyük bir kısmını oluşturduğunun açık olduğu, ancak bu durumun muvazaanın varlığını kabul etmek için tek başına yeterli olmadığı, aksinin kabul edilmesinin tek malvarlığı devre konu taşınmaz olan bir kişinin ölünceye kadar bakma sözleşmesi yapamaması anlamına geleceği, bu durumun sözleşme serbestisi ve mülkiyet hakkıyla bağdaşmayacağı gerekçesiyle önceki kararda direnildiğinden bahisle davanın reddine KARAR VERİLMİŞTİR.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşme sırasında, işin esasının incelenmesinden önce, temyize konu kararın gerçekte yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı; dolayısıyla, temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı yoksa Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu, ön sorun OLARAK DEĞERLENDİRİLMİŞTİR.
Bilindiği üzere; direnme kararının varlığından edilebilmesi için, mahkeme bozmadan esinlenerek yeni herhangi bir delil toplamadan önceki deliller çerçevesinde karar vermeli; gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmemelidir (6217 s. Kanunun 30. maddesiyle 6100 sayılı Hukuk mahkemeleri kanununa eklenen ‘Geçici madde 3’ atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429 uncu maddesi).
Eş söyleyişle; mahkemenin yeni bir bilgi, belge ve delile dayanarak veya bozmadan esinlenip gerekçesini değiştirerek veya daha önce üzerinde durmadığı bir hususu bozmada işaret olunan şekilde değerlendirilerek, dolayısıyla da ilk kararının gerekçesinde dayandığı hukuki olguyu değiştirerek karar vermiş olması halinde, direnme kararının varlığından söz edilemez.
Somut olayda ise; yerel mahkeme, temyize konu kararında, bozma ilamında değinilen temlik edilen taşınmazın miras bırakanın genel malvarlığı içindeki oranının belirlenip temlik dışı mal varlığına göre devredilen taşınmaz payının makul sınırlar içinde kalıp kalmadığı bakımdan bir değerlendirme yapılması gerektiği hususuna eylemli olarak uymak suretiyle bozmada işaret olunan şekilde değerlendirme yapmış ve kararını bu yeni hukuki olgu ve gerekçeye DAYANARAK OLUŞTURMUŞTUR.
Mahkemenin direnme olarak adlandırdığı temyize konu kararın usul hukuku anlamında gerçek bir direnme kararı olmadığı, bozmadan esinlenerek ilk kararda tartışılıp, değerlendirilmemiş yeni gerekçeye dayalı, yeni hüküm niteliğinde olduğu her türlü DURAKSAMADAN UZAKTIR.
Hal böyle olunca; kurulan bu yeni hükmün temyizen incelenmesi görevi, Hukuk Genel Kuruluna değil, Özel DAİREYE AİTTİR.
Bu nedenle, yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel DAİREYE GÖNDERİLMELİDİR.
SONUÇ: Yukarıda gösterilen nedenlerle davacı vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 18.01.2012 tarihinde OYBİRLİĞİYLE KARAR VERİLDİ.